.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Ordan burdan - 1

.Keşke hayat, Microsoft Word gibi olsa. Düşünsenize, işler karışınca, üzülünce her şeye sıfırdan başlamak isteyince, “yeni boş belge” size 1 tık uzaklıkta…




.Günümüzde yaşanan çok büyük olaylara karşı tepkisiz kalmamız, küçük olaylara verdiğimiz aşırı tepkiler yüzünden olmasın sakın?



.Eski şarkıları, dizileri, tv programlarını falan özlüyorum abi. Bu arada bi Mustafa Keser vardı noldu ona?
- Aloooo ne koyiiiimmm?

.Ufakken Pazar günleri ne kadar hareketliydi. Ödev yapılır, çanta hazırlanır, anneler önlükleri, yakaları yıkar ve ütülerdi. Okul için özel olarak Pazar günleri banyo yapılırdı. Bir de şahane pazarda bardak çekmece oyunu, tırnak yiyerek gerginlik içinde izlenirdi. Eski pazarlar güzeldi be dostum.


.Facebook’a profil resmi koyduğumda 25 kişi beğensin istiyorum. Bir de “ayh chanımm süpersin” diye yorum yapan arkadaşlara da sahip olmak isterdim. Egoist mode on.

30 Ağustos 2011 Salı

Aslında #1

terkedip dost kalalım diyen sevgili

Aslında; "seni istemiyorum. Hayatımdan siktir ol git. Ama benim istediğim kadar uzakta kal. Her istediğimde, her sana ihtiyaç duyduğumda geri gel. İliğini kemiğini sömürmem henüz bitmedi." diyendir.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Gam

Vapurdayım. Ben vapur gibi adamım. Hiç karada yapamadım, olmadı. Rutubetliydim. Yeni badanalı, parkeli, cilalı, sobalı, eşikli evlerde kalsam, duvarlarını şişirip sıvalarını dökecek kadar rutubetliydim. Denize aittim. Altı da üstü de evim olabilirdi. Soranlara Atlantis’ten olduğumu söyleyebilirdim pekala. Bir akşamüstü orkinoslarla muhabbetten döndüğümde, her şey yok olmuştu diyebilirdim. Bende hikaye çoktu ama inanan var mıydı bilinmez. Beni ısıtacak güneş hiç doğmadı, o hiç tenime dokunmadı. İyi yaptı. Dokunan kimse yaşamadı. Balıkçı eli nasıl olur iyi bilirdim. Ben iskorpittim. Zehrim rutubetim. Orkinoslarla muhabbetime, ahbaplığıma inanmayanlar; varın dokunmadan öte geçin.

Solum deniz, sağım sancak. Yine oturmadım. İskeledekilere hep bozuk attım. Güverteye en son ben çıktım. Sigaramı denize attım. Adalar her mevsim güzeldi. Hepsini tek tek gezer, Heybeli’ye dönerdim. Tavafım, ibadetim, ben yine sana geldim. Beyazların içinde, toprağın bağrında, damarından akamadığım tek fıtrat, ölümün kucağında… Uyuyorsun. Uyandırmadan yanına uzandım. Saat erken, çok şey var anlatılacak. Dayanamadım, yine ağladım. Rutubetimi akıttım. Duymasan da, yine konuşamadım. Bir ölü, bir diriyi ne kadar sevebilirdi? Utandım. Parkama sarıldım. Her zamanki gibi, son vapura kalmaktı niyetim. Olmadı, yapamadım. Bu kez mezarına güller bıraktım.

"Seni Seviyorum"

Benciliz. O kadar benciliz ki "Seni seviyorum." derken bile kendimizi ve alacağımız karşılığı düşünüyoruz. Hele bu cümleyi birine ilk kez söylüyorsak durumun vehameti daha da artıyor.

Beklediğimiz karşılık o kadar ön plana çıkıyor ki belki birkaç gündür bunu söylemenin hesabını yaparken, belki birkaç gündür aklımızda olan tek şey bunu nasıl söyleyeceğiz diye düşünmekken ve ruh sıkıntılarıyla boğuşmakken, söylediğimiz anda derin bir nefes çekip mutlu olmuyoruz ve ne cevap verecek diye bekliyoruz. "Ben de" diye başlamazsa cümleye veya derin derin susmuşsa o zaman bir endişe oluşuyor içimizde ve derin nefeslerden nasibini alıp gitmiyor, bırakmıyor bedenimizi bu kara kaplı endişe.

Benciliz. O kadar benciliz ki bir dahaki sefere belki de başka birine sırf bu yüzden daha temkinli davranıp söyleyemiyoruz ve "Seni seviyorum."ları erteliyoruz.

Dünya fani dostum. Sen sadece içinden geleni bir çırpıda yaptığın için mutlu ol, adrenalin dolu kanını temizleyen derin nefeslerinin tadını çıkar. "Ben de" diye başlarsa daha ne olsun, değil mi?

Meriç olmak

Bazı insanlar vardır, arkadaşlarıyla eğlencenin ve gezip tozmanın beşiği bir semtte o cafe senin bu sinema benim gezerken bir telefon alırlar. Telefonun diğer hattında binlerce yakın arkadaşından biri vardır ve başka bir beşiğe onu davet eder. Eğlencenin doruklarına ulaştığı o ortamı sıkıcı bi ortammışçasına terkederek hemen diğer ortama geçer ve orda da eğlencesini sürdürür. Bu eğlencenin sürme eğilimi ortamlardan, kişilerden, aktivitelerden bağımsızdır. Ortamdaki çoğu kişiyi ilk defa görmüşse dahi gün sonunda çoğunu onları tanıyan arkadaşından daha iyi tanır, bazılarıyla randevular,programlar yapmıştır bile. Sesi çok kötü olup bir karaoke ortamına girmişse en çok şarkıyı en çok eğlenerek o söyler. İşte bu insan tipine literatürde kısaca Meriç(special thanks to Umut Sarıkaya) denir.
Bu uzun girizgâhtan sonra sıra kendimi tanıtmaya geldi ki böyle bir girizgâh yapılıyorsa adımı aşağı yukarı tahmin etmişsinizdir. Meriç dediğinizi duyar gibiyim ama doğruluğunu teyit edeyim de içinizde şüphe kalmasın. Beni diğer Meriçlerden ayıran özelliktir bu yazının konusu. Çünkü bildiğin gibi diğer Meriçlerin böyle bir yazıyı yazmaya zamanı yoktur. Adım hariç tam bir "Meriçdeğil"im. Öncelikle bir topluluğun içine girebilmem için onlarla daha önce birşeyler paylaşmış olmam gerekir ya da samimi olduğum insan oranı %63 ve üzeri olmak zorunda. Yoksa sıkılgan davranır, giysilerimle oynar, gömleğimin kollarını kıvırır açar, telefondan 0.facebook'u kontrol edip yine kıvırıp açma aşamasını tekrarlarım.
Meriçlerin en önemli özelliklerinden biri kadınlara bağlanmayıp kadının ken-dine muhtaç olmasını sağlamak, gerektiğinde kullanmak iken bende bu özellik "Meriçdeğil" seviyesini aşıp "Antimeriç"e ulaşmakta zorluk çekmiyor. Böyle anla-tınca bir kadına aşık olmuş onu anlatacak yæ bu dediniz ama hikayemizin 'vaoaoav şaşırtmaçlı oha dedirten' kısmı da burası. Bir kadına aşık olmak yapabi-leceğim en son şeydir heralde. Aaa gizli gay e bak demeyin hemen, çünkü çoğu kadından hoşlanıp hiçbirine bağlanamamak asıl yaşadığım. Aşk prosedürünün işleyişine göz atarsak bir çift birbirine aşık olur, gerçek aşk ise birbirlerinden başka kimseyi görmez. Ben ise bir kadınla birlikte olsam bile etrafta güzel tatlı varlıklar gördükçe hepsiyle de birlikte olmak istiyorum. Dünyada tek erkek kalıp bütün kadınların sana mecbur olması gibi bir ütopya yani. Bu ütopyayı arzulayıp aynı zamanda güzel kadınlarla konuşurken dilin bağlanması da nasıl bir ironidir bir dahaki yazıya kadar bunu düşünmek sizin ödeviniz olsun.

Kadınsanız büyük ihtimal sizden hoşlanan Meriç

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Gözüme Çarpanlar - 1

Bildiğiniz üzere ramazan ayındayız ve her kanalda, nasıl bir anda bu kadar çok sayıya ulaştıklarını çözemediğim, hocalar sahur ve iftar programları yapıyorlar.Peygamber döneminde yaşanan olaylar, sohbetler, ilahiler, insanların sorularının cevaplanması vb. olaylar. Buraya kadar her şey sıradan ramazan repertuarı içersinde. Ama dikkatimi çeken bişey oluyor.Programlardaki sohbetlerde konu dönüp dolaşıp Somalideki açlık ve kıtlığa geliyor. Yardım etmek isteyenlere kısa msj hatları, hesap numaraları vb. şeyler, Somali'den görüntüler vb.Konu hakkında insanların ortak sorusu nedense şu. “ Zekatımı ………. kişi ya da kişilere verdim, Somaliye de göndermem gerekiyor mu?” Bu soru günlerdir kafamı kurcalamakta.Yani anlayamadığım konu, insanın yardım etmesi için illa bir gökten bir emir mi inmesi gerekir? Yardım içten gelmez mi? İbadette dürüstlük ve içtenlik ve isteyerek yapma hususları önemli olan noktalar değil midir?


Bu soruyu duyunca anlıyorum ki, Türk toplumunda bazı şeyler artık eskisi gibi değil. İnsanların, toplumdaki diğer bireylerle olan ilişkileri, menfaat ve çıkarcılığa dayanmakta. Bunun örnekleri toplumuzda mevcut olmakla birlikte, benim bile okulda sık sık başıma gelen bir olay.Tamam belki artık çıkarların çok önemli olduğu zamanlarda yaşıyor olabiliriz ama unutmamalıyız ki hala birer insanız. En azından bu tarz soruları duyana kadar ya da başıma bazı olaylar gelene kadar ben öyle ummaktaydım. Gerçi içimde hala ufak da olsa bir umut var ama neyse…( Belki ilerde kişi ve kurum isimlerini değiştirerek, yaşadığım olayları yazabilirim, neden olmasın?)


Uzun , ana konunun etrafında dönüp dolaşıp da bir türlü esas noktaya gelmeyen yazıları sevmediğim için, ben direk olarak sonuca gitmek istiyorum. Sanıyorum insanlarımız, insanı insan yapan bazı özelliklerini kaybetmekteler. İnsan ilişkilerini geçtim, Yaradanla olan ilişkilerinde bile bencillik ve çıkarcılık ön planda. Sanki (Haşa) Allah bizden biri, insanlar onu kandırmayı deniyorlar ve şaşırtıcı birşey ama bunu başarabileceklerine inanıyorlar Allah’ı kandırıp, onun gözünü boyayıp cenneti kazanmak...Müslümanlık ve İslam bu kadar kolay demek ki. Burada kimsenin Müslümanlığını, inancını sorgulamak gibi yetkiye asla sahip değilim, bunun farkındayım ama bu düşünceyi Müslümanlıkla asla bağdaştıramadım ve bağdaştırmam da mümkün olacak gibi gözükmüyor. Bu konu hakkında yazılabilecek daha çok şey olduğunu da biliyorum ama Hz Ali, zamanında öyle bir söz söylemiş ki, benim tüm hissetiklerimi ve anlatmak istediklerimi sanki benim için özetlemiş.Yazımı da onun sözüyle noktalamak isterim. “Bazı kişiler, cennet için ibadet ederler; bu, tacirlerin ibadetidir. bir bölük halk da korkusundan kulluk eder; bu da kulların, kölelerin kulluğudur. bir bölük de vardır; Allah'a şükretmek için kullukta bulunur; işte bu, hür kişilerin ibadetidir.”

  Her gece  tedirginlikle dönüp durduğu yatakta farkında olmadan daldığı uykudan seslerle uyandı.Ne olduğunu iyice anlamadan tam açmak istemiyordu gözlerini.     
    - İçerideki ya beklenmeyen bir misafirse o zaman yapması gereken neydi? Belki de gözlerini kapatıp uyuyormuş numarası  yapmalıydı.
    -Peki davetsiz misafirin nefesini ensesinde hissettiği an ne yapması gerekiyordu? 
    -Ya titreyen göz kapaklarından onun uyumadığını anlarsa.
    -Yada ne biliyim hissettiği tedirginliğin yaydığı enerjiyi yakalayabilirdi belki de davetsiz misafir.
      Hiç görmediği anne ve babasının yanında olmalarını arzuladı bir an için.Offf boşversene hepsi hayal...Bu zaman kadar pek çok şeyi kendi öğrenmişti;seksi mesela.Kendini tatmin etmenin ayaklarından başlayıp beynine kadar varan hazzını defalarca yaşamıştı.Bir pislik gibi hissediyordu kendini kalkan aletini okşadıktan sonra.
   Hazzı ona öğreten merakı bu sefer de kendi kadar küçük cesaretini toplamasına yardım etti ve kaldığı ranzanın üst katından sarkan ayaklarını soğuk zemine kavuşturdu.Gelen sesler rotası oldu karanlık  koridorlarda ve ulaştı aralık kapının başına.
  Gelen sesin yabancı olmadığını,daha önce defalarca beyninde yankılandığını anladı aralık kapının başında.Yapması gereken karanlığı yarıp süzülen ışığın geldiği yerden içeri bakmaktı.
  Kafasını yavaşça uzattı ışığa doğru ve gözleri herhangi bir şey aradı içeride görebileceği.Evet görmüştü, içerideydi.
   Öyle uzanmış yatıyordu bir kanepenin üstünde.İhtişamlı çıplak göğüsleri gözüne ilk takılan şey olmuştu.Beyni artık gözlerini yönetemiyordu.Yarığının olduğu noktaya dikti gözlerini,kendi kafasında yarattığı yarıklarla karşılaştırdı,kesinlikle muazzamdı.Beyninin kontrolünü ele aldı ve gelen sesin şehvetine bıraktı kendini.
  Vücudunda kontrol edilemeyen kıpırdanmalar tekrar baş göstermişti,sanki kalbindeki bütün kan aletine pompalanıyordu.Beyninin kontrolünü yine kaybetti ve elini yavaşça sertleşen aletine atıp okşamaya başladı.
  Kapalı gözlerinde muazzam yarık canlanıyordu,ayakları karıncalanmaya başladı,ayak damarlarından beynine giden hazzı aletinin ucundan dışarıya saldı.Kendine geldiğinde artık bütün duygular için çok geçti.
  
        Kendini bir pislik gibi hissediyordu.                    

   



26 Ağustos 2011 Cuma

Vapurlar

Siyasi görüşlerin ya da oy verilecek partilerin, futbol takımlarına yapılan muamelelere göre şekillendiği bir ülkede yaşıyoruz. Hayat garip, vapurlar falan...