Ve bir kez daha gece olmuştu işte. Geceleri hiç sevmezdi. Her gece olduğu gibi bu gece de yattığı gibi uyumaya çalışacaktı fakat yine her gece olduğu gibi bu gece de bunu başaramayacaktı. Başaramayacaktı çünkü… Aslında bu olayın belli bir sebebi yoktu. Sadece o böyle biriydi işte. Bu kadar basit ve net.
Sıkıntılı ve yavaş hareketlerle bilgisayarını kapattı, odasının ışığını söndürdü ve t-shirtünü çıkarttı. Ardından kendini yatağın üstüne bıraktı. Gözlerini kapayıp uyumayı denedi ama yine başaramamıştı. Demek ki bu gece de yatakta dönüp duracağız dedi kendi kendine. Hiç sevmediği bir özelliği vardı. Gece olup da yatağa uzandığı zaman, zihni otomatik olarak yaşadığı günün muhasebesini yapmaya başlıyordu. Bu onun için oldukça ağır ve yorucu bir şeydi ama hiçbir zaman önüne geçmeyi başaramadı. Gözlerini kapattığında bütün gün bir film gibi önündeydi işte.. Başrolde de kendisi. Başrolünde oynadığı filmi, sinema salonundan izlemek gibi bir şeydi bu. Ve zihni olayları değerlendirmeye başladı bile.
Anlayamadığı bir şekilde zihni, hep kötü olaylar üzerinde yoğunlaşıyordu. Halbuki gün içinde mutlu olaylar da yaşamıştı. Fakat bu zihninin umrunda değildi. Sadece yaptığı hatalar, gün içinde kırdığı insanlar, söylediği kötü sözler ilgilendiriyordu zihnini. Zihin bunları bir polisin delilleri toplama edasıyla bir araya getirdi, suçunu yüzüne okudu ve onu vicdan mahkemesine sevk etti. Her gece bu mahkemede yargılanmaya da alışmıştı. Ama bu mahkemenin bir yanını hiç sevmezdi. Burada savunma makamının söz hakkı yoktu. İddia makamı olan zihni olayları ve suçları sıraladıktan sonra vicdan değerlendirmesini yapıp, kararını verdi. Ceza ağırdı, sabaha kadar pişmanlık…
Alışık olduğu cezasını bu gece de öğrendikten sonra,yine her gece tekrarladığı olaylardan birine başladı. Dua etmek. Bu onu oldukça rahatlatıyordu. Onun her halini bilen, her dediğini işiten, her dakika onunla olan bir güç olması hoşuna gidiyordu aslında. Bu güce bir isim vermemişti. Bazıları Tanrı dedi, bazıları Allah, bazıları Yehova. Ama o, bu gücün herhangi bir isme ihtiyacı olduğunu düşünmüyordu. Sadece “O” demek bile yeterliydi kendince. Çünkü ona göre sınırlı güce sahip olanlar büyük büyük isimlere ihtiyaç duyarlardı.”O”’nun ise böyle büyük isimlere ya da saraylara ya da altın tahtlara, şana, şöhrete ihtiyacı yoktu. Zaten her şey “O”nundu. “O” varken geri kalan her şey “hiç”ti.
Dua etmeye başladı. Dua etmekteki kasıt herhangi ayet veya sure değildi, sadece içinden gelen cümleleri “O”’na söylemekti.. “O”nu vicdan mahkemesinin kararlarına itiraz edilecek en üst makam gibi görüyordu. Yine itirazını yaptı. Olan biten her şeyi “O”’na anlattı hem de tüm çıplaklığıyla. Başka kimseye karşı bu kadar rahat olamıyordu. Galiba “O”’nu seviyordu.
Ve “O” son kararı verdi. Cezası uykuya dalana kadar pişmanlık süresine indirildi ve iyi halden ötürü çabuk uykuya daldırılmasına karar verildi. İçi rahatlamıştı artık..Nede olsa “O” olayları tün gerçekliğiyle biliyordu. Artık uykuya geçebilirdi. Yavaşça vücudu gevşemeye başladı, gözleri ağırlaştı, zaman yavaşladı, sesler boğuklaştı, artık iç sesini bile net duyamıyordu ve ruhu belki bir daha asla dönmemek üzere “O”’na doğru yola çıktı…
Vicdan muhasebesi kısmını adli terimlerle (hakim, mahkeme, iddia makamı, savunma makamı, polis, delil, üst mahkeme vb.) süslemen gayet başarılı olmuş. Devamını da beklemekteyiz.
YanıtlaSil