Ekmeğimi çıkarmak için geceleri getir götür işleri yapıyorum. İşe çıktığım akşamlardan bir tanesiydi, pek de kalabalık olmayan bir bölgeden çektim bar taburesini. Her zamankinden söyledim kendime. Belirli alışkanlıkları olan ve benimsediklerinden asla vazgeçmeyen bir adamım. Kimileri buna monotonluk diyor.
O kahverengi gözleri üzerimde hissedeli uzun zaman olmuştu. Artık zamanı gelmişti. Şık bir hareketle barmene işaret ettim geçeceğim yeri. Her zamanki gülümsemesini gördüm suratında ve bardağımı sandalyeye oturmamla eş zamanlı olarak önüme koydu. Bu anlarda kullandığım belirli taktikler vardır. Gözlerine bakıp sadece gülümsedim, bu taktiği uygularken hiç konuşmuyordum, reddedilsem bile çevredekilerin anlama ihtimali yoktu. Bana verebileceği en ağır tepki gülümsememek olurdu. Ama olmadı, gülümsedi.
Pencerenin önüne koyduğum tek kişilik koltuğa oturdu, içki ikram etmedim. Masanın üzerine çektiğim iki şerite baktı. ”Bir şeritten sen gidiceksin diğerinden ben. Ama çok hızlı gitme.” dedim gülümseyerek, dinlemedi. Hızlı bir burun hareketi ile eritti şeritleri, her zamanki gibi aldım ben de.
“Ben bir Pamuk Prensesim” dedi. “Her zaman prensler mi uyandıracak prensesleri.” gibisinden bir şeyler zırvaladı. Bir öpücük ile uyandırdı prensi.
Bu akşamki siparişimi getirdiğime ve prens uyandığına göre götürme işlemine geçebilirdim. Az gittim uz gittim dere tepe düz gittim. Gözlerime baktı ve “Beraber gelelim.” dedi.
İlk gelmeye başladığımdan beri pis bir huyum var, geleceğim yere gelirken kimseyi beklemem. Her zamanki gibi erken geldim. Sustu.
“Neden susuyorsun?” diye sordum.
“Beni beklemedin.” dedi.
“Hayat güzel kadınları beklemek için çok kısa.” dedim.
Elimi attığımda büyük bir ıslaklık ile karşılaştım. Geldi. Yatağa sabahtan kalma çay dökülmüştü.